Dersim'den Tunceli'ye

Dersim Büyük Bir Trajedidir

 
Güneydoğu Anadolu’da hüküm süren Mitanniler (MÖ 1450 - MÖ 1330), Urartular (MÖ 860 - MÖ 590) ve Medler (MÖ 678 - MÖ 549) Kürtlerin soylarını bağlamaya çalıştığı devletlerdir. Ancak bu bağlantılardan hiçbiri tarihçiler tarafından kabul görmemiştir. Kürt sözcüğü Persler ve Araplar tarafından “göçebe” anlamında kullanılmış ve bu sebepten Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve İran’da yaşıyan göçebe toplulukların Kürt olup olmadıkları Araplar ve İranlılar tarafından tartışılmıştır. Tarih boyunca tamamen özerk bir Kürt Devleti’nin kurulamamış olması da bu anlamda değerlendirilmelidir. Kürtler tarafından kurulan Büveyhoğulları (934 - 1050), Hamdaniler (944 - 1039), Hasanveyh Devleti (959 - 1121) ve Mervani Devleti (981 -1087) özerk bir yapıya sahip olmalarına rağmen Abbasiler’e bağlı olarak yaşamlarını sürdürdüler.
 
Uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Kürtler, 2. Dünya Savaşı sonunda İngilizler tarafından Osmanlı/Türk devletine karşı kışkırtılıyordu. Van ve güneyinde neredeyse iç içe Ermeni ve Kürt Devleti kuracaklarını beyan eden İngilizler bu vaadlerini gerçekleştiremediler. Üstelik savaş sonunda hakim oldukları % 60 oranında Kürt nüfusuna sahip Musul ve Kerkük bölgesini Irak Devleti’ne teslim etmeyi tercih ettiler.
 
Dersim bölgesindeki Kürtlerin Osmanlı Devleti’nin azınlıklara karşı uyguladığı politikalar çerçevesinde, gözden uzak ve devlet elinin değmediği bir yaşama terkedilmiş olması şüphesiz kabul edilemeyecek tarihsel bir hatadır. Bu politikanın bir sonucu olarak Dersim halkı Osmanlı Devleti’nin fertleri olmaktan ziyade, kendilerine Şeyh, Seyid, Ağa gibi ünvanlar veren derebeylerinin kölesi oldular. Anadolu’da yaşayan Kürt vatandaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonraki gelişmelere önyargılı olmadan insani bir yaklaşım ile bakmaları gerekir. Mustafa Kemal Atatürk gibi insanlık tarihinin en büyük önderlerinden birisine sahip olmak yıllarca bu topraklar üzerinde varlığını sürdüren bütün ırklar için tarihsel bir şans olarak değerlendirilmelidir. “Köle olmayın, kimsenin önünde eğilmeyin; güzel evleriniz, ekip biçtiğiniz topraklarınız, hastaneleriniz, köprüleriniz, yollarınız, çocuklarınızı gönderdiğiniz okullarınız olsun. Herkese eşit oranda adalet dağıtan devletin koruması altında huzur içinde ve insanca yaşayın.” İşte Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduğu Türk Devleti’nin etnik ayrılık gözetmeksizin bu vatan topraklarında yaşayan halka vadettikleri.
 
1920 yılında İngilizler bir lidere sahip olmayan Kürtlerin aralarındaki çatışmalar sebebiyle bir devlet kuramıyacaklarına karar vermişlerdi. Bugün aradan yaklaşık 100 yıl geçmiş olmasına rağmen durum hiç farklı değil. Barzani ve Talabani yönetimindeki Kürtler bir devlet kurmaya yönelik çalışmalardan ziyade maddi ve dinin özünde yeri olmayan mezhep çatışmaları içindeler.
 
1 Dersim İsyanı (1937)
 
Dersim İli sınırları içerisinde çeşitli bölgelerde isyanı başlatan grupların toplam mevcudunun 1.000 kişi civarında olduğu kayıtlara geçmiştir. Bu sırada Türk Ordusu’nun toplam mevcudu 50.000 kişiydi ve isyanı bastırmak için yaklaşık 8.623 subay ve er görevlendirildi. İsyancıların sayısının gün geçtikçe arttığı ve dağlık bir bölgede çete savaşları yapıldığı dikkate alınmalıdır. Harekat sırasında hava kuvvetleri dağları, mağaraları ve isyancıların gizlendiği dere yataklarını bombaladılar.
 
İngiliz Büyükelçiliği raporunda da belirtildiği gibi 1. Dersim Harekatı sırasında isyancıların kaybı 300 kişiden azdır. Teslim olan yaklaşık 900 kişinin büyük çoğunluğu serbest bırakılmış ve sadece 72 kişi mahkemeye sevkedilmiştir. Mahkeme edilenler arasından 7 kişi idama mahkum olurken 14 kişinin de serbest bırakılması Devlet’in bu olaya bakış açısını en açık şekilde ortaya koyar.
 
2. Dersim İsyanı (1938)
 
2. Dersim İsyanı birincisinden farklı olarak bazı aşiretlerin tüm fertleri tarafından desteklendi. İsyanın başlangıcında ıslah harekatını yürüten 4. Umumi Müfettişliğe ait kuvvetler daha sonra yerlerini 3. Ordu birliklerine bıraktılar. 3. Ordu tarafından sürdürülen ve şiddetli çarpışmaların yaşandığı tarama harekatı ile sona eren isyan sonunda ölenlerin sayısı 1.500-2.500 arasında değişmektedir. Harekatın sonlarına doğru Genelkurmay tarafından sürdürülen ceset toplama raporları ve 1940 yılında yapılan nüfus sayımı sonuçları bu bilgileri doğrular niteliktedir. Tabii isyanların bastırılmasından sonra yaklaşık 5.000 kişinin batı illerine göç etmeye zorlandığı da hesaba katılmalıdır. Dersim Harekatı sonrasında tarama bölgesinden ölü ve diri olarak 7.954 kişi çıkarıldığını bildiren 3. Ordu Müfettişliği de bu miktar içerisinden en az 5.000 kişinin Batı bölgelerine sürgün edildiğine, bir kısmının Erzincan, Elazığ ve Sivas taraflarına kaçtığına ve Dersim operasyonları sırasında ölenlerin sayısının 2.500 civarında olduğuna işaret eder.
 
 
Dersim İsyanı’nın Sebepleri
 
Dersim İsyanı sırasında ve sonrasında yaşananları anlatan gerçek dışı yazılar ve yayınlar içerisinde en dikkati çeken hususlardan birisi isyanın başlangıcı ile ilgili olanıdır. Halkını “karın tokluğuna” çalıştıran, her türlü hakkını elinden alıp bir köle haline getiren toprak ağalarının “Kürt İstiklali için” isyan ettiklerini söylemek ve buna inanmak kişinin sadece başkasını değil kendisini de aldatmasından başka birşey değildir. Ortaçağ derebeyleri bir araya gelip devlet olmak için hangi adımı atmışlarsa, Dersimi ellerinde tutan yüzden fazla aşiretin derebeyleri de aynı oranda gayret göstermişlerdir. Yani bir hiç oranında. Mahkeme tutanaklarında görüldüğü üzere “Tunceli Kanunu Dersim’i tehcir için yapılmıştır. Hükümet yarın sizden vergi ve asker alacak, ürünlerinize el koyacak, köylerde ekmek ve odun vesika ile dağıtılacaktır.” yalanı ile halkı isyana teşvik eden ağaların amacı asla bir Kürt Devleti kurmak değildir. Yegane arzuları hükümetin inşa etmekte olduğu okulları, yolları, köprüleri yıkıp, insanca yaşamak için gerekli her şeye karşı çıkmak suretiyle bulundukları konumu muhafaza etmek ve karanlığa gömdükleri halkın köleliğini sürdürmektir. Evet Dersim büyük bir trajedidir; sadece ölenleri, öldürülenleri, gerçekleri ve yalanları ile değil 100 yıl sonra bile bu topraklarda yaşayan insanlara iyi ve kötüyü gösteren bir örnek olamadığı için. 
 
Melih Özdil, 16 Ağustos 2014
 
 

Email:

0
0
0
0
0
0
0